“ANI YAŞAMAK MI YAŞAMAMAK MI? İYİ İNSAN OLMAK BİR SEÇİM Mİ?”

İnsanoğlunun derdi bitmez. Kimi zaman haklı kimi zaman haksız yere kendimizi, muhatap olduğumuz kişileri veya içinde bulunduğumuz koşulları suçlarız. Bazılarımız bunu dışa vurmasa da herkes biraz bulur kendisini bu suçlamaların içinde. İşte buradan yola çıkarak geçenlerde aklıma takılan bir şeyi paylaşmak istedim.

Bazen öyle dalıyoruz ki kendi hayatımıza, kendi hayatımızın zorluklarına, unutuyoruz bizim dışımızda başkalarının da yaşantılarının olduğunu.

Artık sosyal medyada hemen hemen herkesin denk geldiği hatta paylaştığı bir durum var; biz evrende küçücük bir zerreyiz, adını bile bilmediğimiz bir sürü gezegen var, hatta başka evrenlerin de varlığından söz ediliyor. Ve biz bu koca evrenin ya da evrenlerin içinde minicik bir toz zerresinden bile küçükken nasıl oluyor da koskocaman dertlerimiz olabiliyor. İşte bu evrenlerin içinde yaşayan küçücük bir insan olmak ve bunu yaşarken unutmak ile kendi hayatımızla meşgul olurken başkalarının da hayatlarının olduğunu unutmamız meselesini benzeştiriyorum.

Peki ne yapmamız gerekiyor? Hayat hepimiz için yeterince zor. İnsanın varoluşundan itibaren hiç bitmeyen bu anlam arayışı devam edecek elbet. Bunun için yapılan önerilerden en akla yatanı bana kalırsa “anı yaşamak”. Ama bir kişisel gelişim klişesi olarak değil. “Anı yaşamak” artık herkesin dilinde olan ama esas anlamının kavranılmadığını ve içinin boşaltıldığını düşündüğüm bir kavram haline geldi. İşte ne bileyim; “anı yaşa hayatı umursama”, “anı yaşa yarını düşünme, amaan boşveeer!!!” gibi bir yaklaşımla yaşanmaz. O zaman kim verecek evimin kirasını, kim ödeyecek faturaları noktasına gelmek zorunda kalırsınız ki sonu sefaletle sonuçlanabilir.

Anı yaşamak aslında arkadaşlarımızla, eşimizle, dostumuzla, ailemizle, sevdiklerimizde geçirdiğimiz anlarda ya da keyif aldığımız bir yerde otururken, güzel bir ortamdayken iş düşünmemek, yarın başımıza gelebilme olasılığı olan felaketlere odaklanmamak gibi şeyler olmalı bana kalırsa. Bunu yapabildiğimizde mutluluk çok da uzak değil. Zaten hayatta kimse bir ömür her saniye mutlu olamaz. O yüzden “mutlu olmanın, huzur bulmanın 21 yolu”, “ 21 günde mutlu olmak” gibi kitapları okumanın veya bu düşünceleri benimsemenin uzun soluklu fayda getirdiğini düşünmeyenlerdenim. Ki 21 günün sihrinin de yalanlandığını söyleyebilirim. Sevgili psikolog Beyhan Budak’ın videosundan da izleyebilirsiniz. (Kişisel Gelişim Kitapları Yalan Söylüyor) https://www.youtube.com/watch?v=xzEFVIRAS6M

Anda kalabilip anın tadını çıkarabilmek önemli elbette. Bunun yanı sıra yardımlaşma konusunu düşünüyorum. Biz, kendi hayatımıza takılıp kalmışken, onu önemsemiş ve onunla boğuşurken evrende bir kum taneciği kadar yer kaplayan bedenimiz acaba yine aynı ölçüde yer kaplayan diğer insanlar veya canlılar için neler yapıyor?

 Birine yardım etmek, ihtiyacı olan birine yardım etmek çok anlamlı ve güzel bir davranış. Senden başka insanları, canlıları (hayvanlar, ağaçlar, bitkiler) önemsediğini gösteren, kendini iyi hissetmene de yardımcı olan bir durum. Ama işte buradaki sorum şu; “kendimizi iyi hissetmek ve iyi insan olabilmek için mi yardımda bulunuyoruz, yoksa gerçekten onların daha iyi hale geldiklerini görmek mi huzurlu kılıyor bizi?” Bence bunu anlamamız o kadar da kolay değil. Şimdi sorsam aynı cevapları alacağıma eminim. “Tabi ki insanların veya canlıların daha iyi duruma gelmesi için.” Peki ya kendimizi biraz daha iyi hissetmiş olmak için yapıyorsak? İşte bunun için kendimizi dinlememiz ve gerçekten ne düşünerek yardımlaşma içinde olduğumuzu bilmemiz lazım.

Sadece yardıma muhtaç insanlara, hayvanlara, yiyecek, giyecek, yaşam yeri sağlamaktan değil kastım. Örneğin trafikte, yolda, çalışırken veya herhangi bir sıkıntı içerisindeyken yanımızda yaşanan bir şiddet olayına sessiz kalıyor muyuz? Önyargısız bir şekilde kendimiz gibi olmayanlara, düşünmeyenlere düştüklerinde el uzatabiliyor muyuz?

Bence iyi insan olmayı “iyi insan olmak” için değil de içten gelerek ve düşünmeden yapabiliyorsak “iyi insan” olabilmişiz demektir. Yoksa herkes iyi niyetli o konuda sıkıntı yok…

Geçen gün Pendik’te yaşanan bir olaya değinmek istiyorum. Emniyet şeridinde gitme hakkını kendinde bulan bir şahıs (ki ünlü bir baklavacıymış) ileride duran polisi farkedip aslında gitmesi gereken normal yoluna aniden sapıyor ve bu sırada kendisine haklı olarak yol vermeyen sürücüye sanki az önce emniyet şeridinden giden kendisi değilmiş gibi saldırıyor. Ve saldırdığı arabanın içinde hamile bir kadının olduğunu görmesine ve duymasına rağmen, yol vermedikleri için onların arabalarını tekmeliyor. Görüntülerde şahsa o anda trafikte tepki göstermeyen birçok insan gördüm mesela. Sonrasında emniyete çağrılan vahşi adamı kapıda karşılayan ve elini sıkan polis de gördüm.

Caydırıcı cezalar olmadıkça bu tarz tipler çoğalıyor. (İnsan demek istemiyorum.) Yanı sıra İnsanlar bu tarz olayları şikayet ederken de çekiniyor, isim vermek kayıt altına girmek istemiyorlar. Bunların hepsi aslında toplumumuzu düzenleyecek yeterli kanunların bulunmamasından kaynaklanıyor.

Özetle ne kadar iyi olduğumuzu düşünmenizi isterim. Çünkü toplumu iyileştirmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Yorum bırakın